22 Eylül 2013 Pazar

İLAHİYAT SAHNESİNDE NE OLDU?




İLAHİYAT SAHNESİNDE NE OLDU?

Dini bilgiler edinmeye hangi yaşlarda başladığımı hatırlamıyorum bile. Merhum canım babam ve Allah ömürler versin annem benim ilk hocalarım sayılır. Onların yanı sıra, babamın babası (dedem), baba annem, anne annem, halalarım, teyzelerim, amcalarım ve dayılarımdan başlamak üzere onlarca kişiden din öğrenimi gördüm, örnekler aldım. Daha sonra da hem resmi, hem de resmi olmayan yerlerde din ve dini ilimler öğrenimim devam etti. Nihayet nasip oldu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okudum. Orada bulunduğum 1981-1986 yılları arasında, elimden geldiği kadar kendimi yetiştirmeye çalıştım, gayret ettim.

Fakat okudukça ve memleketimizin yetişkinlerini tanıdıkça hem mutlu olmaya, hem de üzülmeye başladım. Niçin mutlu olduğumu tahmin edersiniz. Bunun üzerinde, izin verirseniz, şimdilik durmayayım.

Bu yazımda, niçin mutsuz olmaya başladığıma birazcık da olsa değinmek istiyorum.

Dedim ya, fakültede okurken kendimi yetiştirmek için çaba harcadım. Genel olarak dini düşüncenin; İslam düşüncesi tarihinin; İslam felsefesinin; bilim tarihimizin; dini ilimler denilen kelam, hadis, tefsir ve fıkıh gibi ilimlerin; bu ilimler hakkında yapılan araştırmaların ve araştırmacılarımızın büyük sorunları olduğunu bu çabalarım ve okumalarım sırasında anlamaya başladım. Her şeyi tozpembe gören öğrencinin yerini artık soru soran, sorgulayan, tarihte ve günümüzde ortaya çıkan sorunlara çareler düşünen bir genç aldı. Bu okumalarım ve düşünmelerim neticesinde idi sanıyorum, fakülte üçüncü sınıfta öğrenci arkadaşlarımın huzurunda ve ders sırasında bir hadis hocasına şu soruyu sordum:

‘-Eski hadisçilerimizin geliştirdikleri TENKİT YÖNTEMLERİ göz alıcı. Bu kadar derin ve ayrıntılı bir eleştiri yöntemine sahip olan bir medeniyetin çocukları, -İbn Haldun gibi bazı istisnalar hariç- aynı yöntemi veya benzerlerini, fıkıh, kelam, tefsir, genel tarih, siyaset, felsefe, ahlak ve tasavvuf gibi alanlara uyguladılar mı? Uyguladılarsa nasıl? Uygulamadılarsa niçin?’

Hocamız soruya cevap veremedi. Soruma, bugüne kadar tatmin edici bir şekilde cevap verene de rastlamadım. Aynı soruyu bana sorsanız, bugün de hâlâ sizi tatmin edecek bir cevaba sahip değilim.

Fakülte yıllarında, fıkıh, hadis, tefsir, kelam, Kur’an ilimleri, tasavvuf, genel tarih, Osmanlı tarihi, edebiyat tarihi, sosyoloji, psikoloji ve dinler tarihi gibi alanlarda, okumalar yaptım, küçük küçük araştırmalarda bulunmaya çalıştım. Nihayet İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde doktoraya başladım. Böylece hayatımın daha sonraki kısmında büyük ölçüdü yoğunlaşacağım alan gittikçe daha çok belirmeye başladı. Okudukça ve araştırdıkça zihnimdeki sorular ve sorunlar büyüdü. Yüzlerce soru yıllardır zihnimde üşüşüp duruyor, cevaplandırılmayı bekliyor.

Bu sorular ve sorunlar arasında İKİSİ, son günlerde yaptığımız tartışmalarla yakından ilişkilidir:

1-İslam düşüncesi ve medeniyetinin yeniden canlı ve üretken hale gelebilmesi için neler yapmak lazım?

2-Türkiye’deki felsefe, bilim ve din eğitimi-öğretimi yapan kurumlar ve kişiler böyle bir hedefe sahip mi, böyle bir hedefi gerçekleştirebilir mi?

Bu iki soru, senelerdir yakamı bırakmıyor. Çalıştığım her yerde ve yaptığım her araştırmada bu sorularla birlikteyim. Bu sorulara cevap verebilmek için, yüzlerce kitap inceledim, kurumları araştırdım, hocaların biyografilerini ve çalışmalarını okudum. Ayrıca bazıları bu istikamette olmak üzere, lisans veya lisans üstü tezler yaptırdım, dersler verdim. Özel öğrenci gruplarına ders vererek kafamdaki soruların cevaplarını aradım, öğrencilerimle tartıştım.

Sonuç olarak şu kanaate vardım: Mevcut durumumuzu en ince ayrıntısına kadar BÜYÜK BİR ELEŞTİRİ SÜZGECİNDEN GEÇİRMEMİZ GEREKİR. BÜYÜK SORUNLARIMIZ VAR. Sonraki aşamada da olması gerekeni gösterme gibi büyük bir yükümlülük de bizi bekliyor.

Kurumlarımızı; onların işleyiş tarzlarını; şu ana kadar katettikleri mesafeyi; başta ilahiyat hocaları olmak üzere bahsettiğim alanda çalışanların hayatlarını, ilmi şahsiyetlerini, akademik incelemelerini, ahlaklarını, düşünme tarzlarını ve davranışlarını eleştiri süzgecinden geçirdikten sonra, bir zihniyet ve ahlak tipolojisi oluşturmalıyız, ardından da aklımızın erdiğince olması gerekenleri göstermeye çalışmalıyız.

İşte bu amaçlara ulaşmak için yavaş yavaş, az az kalem denemeleri yapmaya başladım. İnterneti kullanarak, benim boyumu aşan büyüklükteki sorunlara yavaş yavaş, az az değinmeye başladım. Günlerdir okuduğunuz yazılar bu amaçla yaptığım denemelerimin örnekleridir. Bir tür İŞARET FİŞEKLERİ KABİLİNDEN notlar yazıyorum.

Böyle bir gayret içinde iken, Taliban Zihniyeti’nin desteklediği ve projelendirdiği bir tuzak ÂNİDEN gündemimize küt diye oturdu: Başta felsefeyle ilgili olanlar olmak üzere akli ilimleri dışlayan, çağdışı ve despot bir programı, üstelik din istismarı yaparak, ilahiyat fakültelerine dayatmak istediler. Günlerdir bu tuzağın ortaya çıkardığı pisliklerle meşgulüz. ŞİMDİLİK TUZAK PÜSKÜRTÜLMÜŞ DURUMDA, fakat TEHLİKENİN TAMAMEN SONA ERMEDİĞİNİ yakından BİLİYORUZ.

Gerçi genel olarak baktığımızda, bu konular da yukarıda sorduğum soruların dışında değil. Taten böyle meseleler üzerinde düşünüyorum. Fakat benim esas zihnimi meşgul eden konulara göre, uğraşmak mecburiyetinde kaldığmız Taliban Zihniyeti’nin iftiraları, hakaretleri, yalanları ve tuzakları ikinci derecede kalıyor. Ben, meselelerin meselesesiyle, sorunların sorunuyla meşgul olmak istiyorum. Ancak böyle yaparak dinime ve ülkeme hizmet edebileceğim kanaatindeyim.

Hülasa, Taliban Zihniyeti ve hempâları pek çok kişinin olduğu gibi, benim gündemimi de değiştirdi. Bu zihniyetin şu ana kadar bana yaptığı en büyük kötülük budur.

Şöyle bir hafızamı yoklayınca, Taliban Zihniyeti’nin bütün tarih boyunca, bilim ve düşünceyle uğraşan insanlara hep aynı kötülüğü yaptığını hatırlıyorum. Bu yüzden de teselli buluyorum. Bunda da vardır bir hayır.

Fakat acısı şudur ki, İslam’ı istismar eden bu zihniyete mensup olan kişilerin yaptıkları ve hedefleriyle MÜSTEŞRİKLİĞİN (:oryantalizmin) müslamanlara yapmak istedikleri ve hedefleri aynıdır. Her ikisi de, İslam dünyasındaki düşünen beyinlerin gündemlerini çalmak ve onları sahte konularla meşgul etmek istemektedir. Ne garip değil mi? Müsteşriklere savaş açtığını sanan zavallılar, gerçekte müsteşriklerin UŞAĞI HALİNE GELMİŞLER DE HABERLERİ bile yok. Ya da, KASTEN BÖYLE HİYANETLERDE BULUNUYORLAR.

Her neyse dostlar, ileride yine ana konularımıza döneceğim inşallah. Rabbim izin verirse, yukarıdaki sorularımı ve onların benzerlerini yine sorup sizlerle birlikte cevaplar bulmaya çalışacağım. Lütfen dua ediniz, zihnimiz açık olsun, Allah şevkimizi ve sizlere olan sevgimizi azaltmasın. Gündemimizin çalınması bana büyük üzüntü verse de, beynimi kemiren sorunlarımdan hiç uzaklaşmış değilim.

Geçici bir sorunla cebelleşmemiz lazımdır. Bu da vazifelerimiz arasındadır, öyle olmalıdır.

Son günlerdeki durumumuz biraz şuna benziyor:

Taliban Zihniyeti’ne mensup iki birey, hayatlarında ilk defa tiyatroya gitmeye karar vermişler. Her türlü sanata olduğu gibi tiyatroya da düşman oldukları için o zamana kadar hiç böyle yerlere gitmemişler. Tecrübesizler. Bu yüzden de, arkadaşlarına haber vermeksizin, GİZLİCE TİYATROYA GİTMEYE KARAR VERMİŞLER.

Neyse, bir yolunu bulup bilet almışlar. İzlemek istedikleri oyunun günü ve saatini kaçırmadan tiyatro binasına gitmişler. Çekine çekine, sora sora salonda yerlerini bulup oturmuşlar. Bir müddet sonra oyun başlamış.

Oyun sırasında Taliban Zihniyetli’nin biri SIKIŞMIŞ. Tuvalete gidecek olan, öteki arkadaşından izin alıp dışarı çıkmış. Ortama alışık olmadığı için tuvaletin nerede olduğunu da bilmiyor. Utana sıkıla bir görevliye sormak istemiş, fakat hiç kimseyi bulamamış. O koridor, bu koridor dolaşmış, hızlı hızlı çatlayacakmış gibi yürüyerek sağa sola bakınmış kimseyi görememiş. Adam, çok sıkışık vaziyette. Nihayet bir odanın kapı kolunü çevirip bakmış. Kap karanlık bir oda. Hemen içeriye dalıp büyük abdestini yapmış. İşini bitirip salondaki yerine döndükten sonra, arkadaşına merakla bir soru sormuş, o da cevaplamış:

-‘Ben yokken oyunda ne oldu, ne gelişmeler oldu?’

-‘YA azizim, sorma! Ben hayatımda böyle bir şey görmedim. İyi ki sanat şöyle iyidir, böyle güzeldir denilen laflara kanmamışız. Sen yokken ne oldu biliyor musun? ADAMIN BİRİ GELDİ, SAHNENİN ORTASINA MIÇIP GİTTİ’

Son günlerde, ilahiyatçıların gündem sahnesine Taliban Zihniyetlilerin mıçıp gittikleri kesindir. Temizlemek de malesef bize düşüyor.

Harun Anay/22.09.2013.
harunanay.blogspot.com
facebook.com/hasimharun.anay
twitter.com/HarunAnay
----

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.